Sosyoloji

SORGUSUZLUĞUN SORUMSUZLUĞU

Öğrenilmemiş, araştırılmamış, sorgulanmamış bir din, mensubunu ne kadar dindar yapabilir? Dinimizi, ideolojimizi biz mi belirliyoruz, yoksa toplum mu? Sıfatlarımızı toplum belirliyorsa, kendi özgün benliğimiz, özgün düşüncelerimiz nerdedir? Toplumun gerçeklerini mi yaşıyoruz, yoksa kendi gerçeklerimizi mi yaşıyoruz? Aramadan öğrenilmeden fikrin, inancın ne kadar sahibi olabiliriz? Kendi özgün yaşantımızla, fikirlerimizle, inancımızla toplum tarafından kabul görmüyorsak o zaman insan toplum içindir anlayışı çıkmaz mı? Toplumsallaşma ne kadar ahlakidir, ne kadar ihtiyaçtır, ne kadar gerçekçidir? Toplumun kopyası olup, zihni toplumsal dogmalara kurban vermektense kendi aklınla, zekanla öğrenerek, araştırarak hakikat yolcusu olmak daha erdemli değil midir? Sorun din, ideoloji değil, sorun pasifleşmiş, işlevini kaybetmiş, afyonlanmış zihinlere din diye, ideoloji diye, sosyalleşme diye türlü cahilane, amacından çıkmış hurafelerin verilmesi, dayatılmasıdır. İnsanın asıl özgürlüğü zihnin özgürlüğü kadardır. Zihni uyuşmuş kişi için artık her şey afyondur. İnsanlara yapacağınız en büyük iyilik onlara din, ideoloji, sıfat vs. vermeden önce onların akıllarını vicdanlarını kullanmayı, sorgulamayı, araştırmayı öğretin. Nitekim bunu ancak sorgulayan, okuyan beyinler rol model olarak sağlar. Bilinçsiz kitleler bilinçli kitleler oluşturamaz. Bilimi reddeden din algısı nasıl ki toplumda afyon etkisi yapıyorsa dini, kültürel özgürlükleri sınırlayan ideoloji algısı da toplumda kaos etkisi yapar.

Gerçekler acıdır; toplum gerçeklerden koptuğu için acı çeker ki o yüzden toplumun genel olarak hoşlandığı şeyler hakikat değil, onları oyalayan gündelik zevklerdir. Soru sormanız özgür olmanızı sağlar, siz siz olun üstünüze vazife olmayan işlere burnunuzu sokun.!!! İnsanın özgürlüğü beyninde yüreğinde başlar, öğrenmeye, koşulsuz sevmeye açık olmadığın sürece kendine tutsak, nefsine tutsak yaşarsın, özgürüm diye nefsinin kölesi olarak yaptığın davranışlar ancak ruhuna ıstıraplar verir. Özgürlük bedel ödenmeden, varlığına anlam katmadan, bilgiyi sevmeden, hayat amacı katmadan asla gelmez. Meraklı olursan değil, meraklı olmazsan başına çok iş gelir. Unutma ki düşünce özgürlüğü güzel ama beyni boş olan insanın özgürlüğü potansiyel tehlike oluşturur, düşünce özgürlüğü için önce bir düşüncenin olması lazım, olmayan düşüncenin özgürlüğü olmaz, olsa da o düşünce değil, düşünce adı altında yığınla yıkıcı dürtülerdir özgürce yayılan !!

Daha çok fiziksel ihtiyaçlarına odaklanmış toplumlarda şuurlanmanın azalıp türlü yozlaşmaların, işlevselliğinden çıkıp belli otoritelerin aracı olup koşullu sınırlı, manipüle edici roller üstlenebilir. Bu gerileyen bakış açısıyla ortaya çıkan politize olmuş bilim sanat algısı toplumu bir yandan ayrıştırırken diğer yandan toplumu farklı açılardan başka toplumlara bağımlı yapar. Bilimsel özgürlük nicelik olarak üniversitelerin artması, yayınlanan makalelerinin olması kaçınılmaz değil mi? Yozlaşma o kadar etki eder ki bilim, kültür araçları da kendi gerçekliğinden artmasından öte bilimi sadece varoluşsal bir anlam arayışında olarak yapmak, bilimi evrensel algıyla politik süreçlere bulaştırmadan yapabilmek mühim. Politize olmuş bilim algısında toplum yeni bilgileri, gelişmeleri değil fanatik algıyla yüzeysel polemikleri tartışır. İslam düşüncesinde sorgulamak farz iken İslam toplumunda sorgulamak haram haline gelmiş. Cehaletin en kötü yani kişinin karanlıkta olduğunu bilmemesidir. Ondan kötüsü de cehalette olanların dogmatik fikirleri ölümüne savunmasıdır. Sadece dinsel değil, bugün modern dünyada ideolojik bağnazlık da kitleleri zihnen çürütmekte, insanlar sahte gündemlerle, polemiklerle ömür, enerji tüketmektedir.

Dini cehalet aklı dışlayıp maneviyat adı altında hurafeyle akıl tutulması yaşatırken, modernist-ideolojik cehalet de mutlak mutluluk, özgürlük adı altında hedonizmin (hazcılık) ve kutuplaşmacı siyasi algıyla ötekileştirmenin rolünü üstlenmiştir. Modern insan sürekli manipüle edilmekte, araştırmadan çevre ürünü dogmaları mutlak değişmez hayat felsefesi yapınca içten içe kalıplara hapsolmaya başlar. Ve kişi araştırma öğrenme ihtiyacına girmeden duygusal reflekslerle düşünür, üç noktalarda tepkiler verebilir. Ne dini algılar ne de ideolojik faktörler bu süreçte insanı yapıyı tanımlayamaz hale gelir. Benlik algısı, kişisel bütünlüğü zayıf bireylerin oluşturduğu toplumlardaki gerginlikler din, ideoloji kılıfıyla gün yüzüne çıkar. Nitekim derinlikli kaliteli zihinler dünyayı değiştirmeden önce kendisini değiştirmeye başlar. Kişisel bütünlüğünü sağlayan kişi genele hitap edecek şuura, bakış açısına sahip olur. Toplumu uyuşturan sadece siyasi dış merkezli yapılanmalar değildir.

Bilimden soyutlanmış din algısı, ayrıştırıcı yeri gelince baskıcı ideoloji anlayışı, akilci uzun vadeli olmayan politikalara kurban giden ilkel ezberci milli eğitim anlayışı, aydınım deyip de halkı bilinçlendireceğine ideolojisine adam arayan aydın anlayışı da sorgulanmalıdır. Unutmayın, bir toplumda ne kadar çok ve çeşitli sorun varsa, ayrışma varsa o kadar çok tabu, ön yargı, değerlerde çürüme vardır. Bilinçlenmek için okumayan toplum gelecekte yaşanacak felaketlere peşinen imza atmış demektir. Okullar öğrencilere bilgilenme arzusu uyandıramamakta ve bilimsel yaklaşımı sağlayamamaktadır. Camiler, hocalar gençleri kendisine çekememekte, sempatik olamamaktadır. Gençler için eğlenmek daha cazip gelmektedir. Nesillere dinimizi, ideolojimizi, geleneklerimizi öğretiyoruz ama merhameti, dayanışmayı, okumanın önemini, ince ruhlu olmayı, kul hakkinin ne olduğunu öğretemiyoruz?    Neden acaba?? 

Peygamberin sakalına, hırkasına, çarığına gösterilen ilgi ve merak onun ahlakına, ilmine, karakterine gösterilseydi İslam dünyası bu halde olmazdı. İslam cehaleti reddedecek kadar önemli, ilim öğrenmeyi farz edecek kadar akılcıdır. Cehaletin girdiği din, ideoloji toplumu zehirler. İnsanlara bilimsel, akılcı düşünme, insani değerler verilmeden din verildi mi yobaz, ideoloji verildi mi militan yetiştirmiş olursunuz. Bu noktada  felsefe öğrenmek kişiye gerçeği gösteremez belki ama insani egosuna, kula kul olmayı reddetmeyi, tutucu olmamayı öğretir..

Derin sorunlar yüzeysel bilgilerle çözülmez. Basit bilgilerle egonu şişireceğine, zihinsel geviş getireceğine hakikatle yüzleşecek bilgileri öğrenmeye talip ol. Bir bilgi herkes tarafından anlaşılıyorsa küçük beyinlere hitap ediyordur. Nasıl ki vücut geliştirmek isteyen kişi daha ağır antrenman yapması gerekiyorsa bilincini, ufkunu geliştirmek isteyen kişi de derin bilgilere acık olmalıdır. Hakiki bilgi kişiye haz veren değil, acılarla, gerçeklerle yüzleştirip vicdanıyla düşünmeye sevk eden bilgidir. İnsan ruhunu olgunlaştıran bilgi ayni zamanda mutsuz, hezeyan içindeki toplumun üzerinde olan bilgidir. İnsanları düşünmekten, sorgulamaktan alıkoyan her şey afyondur. Ve toplumu düşünmekten alıkoyan her tür kurum, algı, görüş bundan sorumludur. !!!

Bir tarikat, cemaat liderine, görüşlerine sorgusuz itaat etmekle bir ideolojiye, liderine körü körüne itaat etmek aynı oranda tehlikelidir. Unutulmasın ki kimse mükemmel değildir, hataları, yanlışları olabilir; aslolan bireylerin neyi, kimi severse sevsin sadece duygusal refleksleriyle düşünmeyip kendisine sunulan bilgileri sorgulaması, araştırarak kabul etmesi veya etmemesidir. Diğer türlü dini, ideolojik yapılar düşünmeyen, araştırma gereği duymayan robotlaşmış kitleler oluşturur. Bilinçlenmemekten dolayı sorunlarla karşılaşan kişi önce kendisiyle yüzleşme, özeleştiri yapmalıdır. Bilge, aydın, akîl insan kendisine mutlak itaat eden, sorgulamayan kitle değil insanları aklını kullanmaya, öğrenmeye yönelten insandır. Kendini anlayabilmiş ruhlar toplum tarafından anlaşılamamış ruhlardır. Taraflı olmak, ideoloji sahibi olmak insanı erdemlere sahip olmaya engel değildir ama insani olmadıktan sonra tarafsız olmanın da anlamı kalmıyor.

Yazar

  • Halil Kırık

    Yazar, araştırmacı, öğretmen. Adana' da yaşıyor. "Özgür Zihinlere Doğru" ve "Yaşamın Bir Anlamı Var" adlı kitapların yazarı. Kurum ve kuruluşlara insan ilişkileri, iletişim ve okuma alışkanlığı kazanma üzerine seminerler yapmakta...

Paylaş: