Edebiyat, Kitap Tanıtımı, Tarih

Arap Edebiyatı

Tanıtımını yapacağımız “Arap Edebiyatı” isimli kitabın yazarı Hamilton Alexander Roskeen Gibb’tir. Gibb, babasının Mısır’daki bir İngiliz şirketinde görevli olması nedeniyle 1895 yılında Mısır’ın İskenderiye şehrinde doğmuştur. Üniversite eğitimini Edinburg Üniversitesi’nde Sâmî diller (İbrânîce, Ârâmîce, Arapça) alanında tamamlar. I. Dünya Savaşı’na topçu olarak katılır. 1922’de Londra Üniversitesi’nde doktorasını yapar ve bu üniversitede oryantalist Thomas Walker Arnold’un yanında Arapça dersleri okutmaya başlar. 1926-1929 yılları arasında uzun aralıklarla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine inceleme gezileri yapar. 1930’da Thomas W. Arnold’un ölümü üzerine Arapça kürsüsünün başına getirilir ve yine Thomas W Arnold’un ölümü ile boşalan İslam Ansiklopedisi yayın kurulu üyeliğine getirilir. 1937-1955 yılları arasında Oxford, 1955-1964 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde Arapça dersleri verir. 1964’te emekliye ayrılır. İngiltere kraliçesi tarafından kendisine şövalyelik (Sir) unvanı verilir. Fransa ve Hollanda hükümetleri tarafından da onurlandırılan Gibb, Edinburg ve Cezayir üniversiteleri tarafından da şeref doktorluğu pâyesiyle onurlandırılır. Gibb birçok milletlerarası ilmî kuruluşun faal veya şeref üyesidir. 1971 yılında vefat etmiştir.

Gibb, klasik ve modern İslâm tarihi ve kültürü üzerine yapmış olduğu çalışmalar ile kendi zamanındaki oryantalistler arasında seçkin bir yer edinmiştir. Gibb’in eserleri daha sonra gelen İslam tarihi ve kültürü üzerine çalışma yapan araştırmacılar üzerinde de büyük etki bırakmıştır.

1923 yılında başladığı yayın hayatı boyunca 200’ün üzerinde kitap, makale, ansiklopedi maddesi ve tenkitli metin neşretmiştir.[1] Eserlerinden bazıları Türkçeye de çevrilmiş olan yazar, “Arap Edebiyatı” (Tanıtımını yaptığımız eseri), “İslam’da Modern Eğilimler”, “İslam’da Dini Düşüncenin Yapısı”, “İslam Medeniyeti Üzerine Düşünceler” ve “Orta Asya Arap Fetihleri” ve yine Türkçeye çevirisi yapılmamış “Mohammedanism:An Historical Survey”, “The Travels of Ibn Battuta” gibi eserleri kaleme almıştır.

Yazar, tanıtımını yapacağımız bu eserinde, Arap edebiyatının tarihi süreç içerisinde, yazın türleri olarak nasıl bir gelişme gösterdiği, dönemlerinin öne çıkan yazarları, yazın türleri ve eserleri bağlamında incelenmesi konu edilmiştir.

Yazar eserinde öncelikle Arapçanın içinde bulunduğu “Sami Dilleri” ailesi ve bu dil ailesi içerisindeki diller – Akadca, Fenikece, İbranice, Aramice, Süryanice – ile münasebetini ve bu dilin kelime ve gramer özelliklerini kısaca bize tanıtır. Arapçanın üç sessiz harften oluşan kök kelimelere sahip ve bu kök kelimelerden hareketle kelime türetilerek zenginleşen bir dil olduğu tespitini yapar. Daha sonra Arap edebiyatını dönemlere ayırarak anlatır. Bu kapsamda genel olarak Arap edebiyatını iki kısma ayırdığını söyleyebiliriz. İlki İslam öncesi edebiyatı ele aldığı ve “Kahramanlık Çağ (500-622)” olarak nitelendirdiği dönem, ikincisi ise İslamiyet’ten sonraki dönemleri içine alan dönemdir.

Yazar her ne kadar Arap edebiyatı başlığını kullansa da çalışmanın esasını oluşturan kısmı İslam dönemi ile ilgilidir. İslam öncesi dönem adeta İslam dönemini daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamak amacı ile ele alınmış gibidir. Yine Arap edebiyatı muhteva olarak Arapça yazılan yazınları tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu tanımlama literatürü üreten yazarların kavmi durumlarına işaret etmemektedir. Yazar İslamiyet ile başlayan dönemi birbirinin devamı olarak nitelendirilebilecek dönemlere ayırarak anlatır. Bu kapsamda Arap edebiyatını, gelişme dönemi (Yayılma çağı, 622-750), zirve dönemi (Altın çağı, 750-1055), gerileyiş dönemi (Gümüş çağı, 1055-1258) ve klasik dönem sonrası Arap edebiyatı (Memlükler çağı, 1258-1800) dönemi olmak üzere dört kategoride ele alır.

Yazar öncelikle, “klasik Arapça edebiyat bir milletin değil, bir medeniyetin edebi abidesidir” tespitini yapar. Bu tespite rağmen inceleme alanı olarak tüm İslam medeniyet havzalarının ürettiği edebi yazınını değil, Arapça konuşulan havzanın ürettiği edebi yazınını incelemesine konu etmiştir. Burada Arap coğrafyası dışından örnek olarak kısmen Endülüs ve Sicilya edebi yazınını eserine dahil etmesini zikredebiliriz. Belki de bunun sebebi bu edebi yazınını ortaya koyanların da Arap fatihler olması veya Arapça yazılmış olmasıdır.

Yazar, kahramanlık çağı olarak ifade ettiği İslamiyet öncesi edebiyatın tek örneği olmamakla beraber en önemli örneğinin “kaside” olduğunu ifade eder. Ona göre bu dönemin ilk dönemlerinde kasidenin temel nesnesi şairin kendi öznel durumudur. Zamanla şairliğin bir mesleğe dönüşmeye başladığını, bu dönemde şairlerin ilham kaynağının cinler veya göksel varlıklar olduğu tespitini yapar. Bu dönemde şairler için dinleyici kitlesi de bir gerekliliktir. Yine şiirlerin temel konusu olarak kabile onuru oldukça yaygın kullanılan bir temadır.

Yazara göre bu dönemde şiirin bir meslek olarak gelişmesinin bir sonucu da kasidenin kurallı hale gelmesidir. Bu yeni meslek için bir çıraklık düzeni gelişmiştir. Ünlü şairlerin yanlarında birkaç çırak yetiştirdiğini, şairlerin kendi şiirlerini gelecek nesillere aktarmak için kendi ravilerini eğittiklerini, eğitilen ravilerin de kendi ustalarının şiirlerini ezberleyerek gelecek nesillere aktardıklarını ifade eder. Bu yolla eğitilen raviler de şair haline gelmektedir. Yazara göre, kadim Arapça şiirlerinin benmerkezci olup büyük kısmı kabile olaylarından ve şahıslarından bahseder. İslam öncesi kasidenin yapı ve içeriği okunup incelendiğinde çöl yaşamına, onun somutluğuna, gerçekliğine dair güçlü çağrışımlar taşıdığı görülür. Bu dönemin ünlü şairleri olarak İmru’l-Kays, Antara, Tarafe Eş-Şanfara gibi şairler zikredilir. İslamiyet öncesi Araplar arasında sözcükleri kadim, gizemli ve büyülü bir muhtevaya işaret ettiği inancı etkindi, böylece mahirce tertip edilmiş bir şiir dinleyicilerin duygularını yönlendirebilen bir kişi/şair, kabile tarafından da düşmana karşı bir silah olarak görülmüştür.  

Yazar, yayılma çağı (622-750) olarak ifade ettiği döneme ait edebi yazının en önemli örneğini Kur’an olarak tanımlar. Bu dönemin yapılan en önemli edebi aktivitesi olan Kur’an’ın derlenmesi toplanması sürecini inceler. Bu incelemeyi yaparken dönemin diğer edebi türleri, dil özellikleri, toplumun bu tür edebi türleri algılayış biçimleri ve tepkileri, bu edebi türlerin ve dil özelliklerinin Kur’an üzerindeki etkisi veya benzerlikleri gibi hususları inceleme konusu eder. Yine Batılı bir araştırmacı için Kur’an incelemesinde ve onun dile gelmesine sebep olan Muhammed’in şahsiyetinin ve taraftarlarına anlattığı öğretisinin izini sürmelerinde en temel veriyi oluşturduğu tespitini yapar. Mekkeli rakipleri onu eleştirirken dönemin diğer edebi türlerinden olan kaside ve kaside şairlerinin profili bağlamında yaklaştıkları görülür.

Yazar dönemin bir diğer edebi türü olarak Peygamberin sünnetinin derlenmesini zikreder. Peygamberin vefatından sonra oluşan siyasal yapıyı; siyasi, iktisadi ve hukuki olarak yönetebilmek için onun uygulamalarına duyulan ihtiyaç bu derleme girişimine zemin hazırladığını ifade eder. Bu süreçte hadis edebiyatına Arap asabiyetinin soy olgusuna yaklaşımının etkileri ile Yahudi ve Hristiyan kültürünün etkileri de yansıdığını belirtir.

Yazar dönemin bir diğer edebi yazını olarak önceleri pek tasvip görmeyen hatta eleştirilen ve olumsuz bir kanaati tahkim eden anlayışa rağmen kaside edebiyatı olduğunu ifade eder. Ona göre bu edebi tür, Peygamberin vefatından sonra özellikle ilerleyen dönemde şehirleşmiş kabile şeflerinin kaba zevklerine hizmet eder hale gelmiştir.

Yazar bu bölümde, altın çağ olarak ifade ettiği 750-1055 yılları arasında edebi yazında yaşanan gelişmeleri anlatılır. Bu dönem Abbasi devletinin güçlü ve etkin olduğu döneme tekabül eder. Ayrıca Müslümanların her bakımdan etkin ve etkili oldukları bir dönemdir. Yazar bu dönemi anlatırken coğrafi bölgelere ayırarak anlatır. Bölge olarak da merkez Irak ve çevresi, İran, Mısır ve Kuzey Afrika, Endülüs bölgelerindeki edebi yazındaki gelişmeleri anlatır. Bu anlatımda merkezi Irak ve çevresi özellikle Bağdat’taki gelişmelerin önemini vurgular. Bu kapsamda bölgede yapılan en temel edebi aktivite Beyt’ul-Hikme bünyesinde yapılan aktivitelerdir. Beyt’ul-Hikme bünyesinde antik dönemin Akdeniz havzası ve İran ve Hint havzasının tüm yazın türlerinden çeviriler ve bu çevirilere bağlı olarak yeni edebi çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde Farabi, Kindi, İbn Sina gibi filozoflar, İbn İshak, Taberi, İbn’ül Esir, Vakidi gibi tarihçiler, Ebu Hanife, Şafi, Gazzali gibi hukukçular, coğrafyacılar, teknik bilimlerde uzmanlar, tıp yazarları ve daha birçok yazar ve düşünür yetişmiştir.

Yazara göre bu dönemin edebi ve kültürel zenginliğinin en temel destekçileri dönemin siyasi aktörleri olmuştur. İlk dönemlerde Mansur, Harun Reşit, Memun gibi Abbasi Halifeleri, daha sonraları Seyfüddevle, Büveyhiler gibi iktidar sahiplerinin sarayları olmuştur. Yine Mısır ve Kuzey Afrika’nın diğer güçlü yöneticileri ile Endülüs’ün Kurtuba emirleri bu edebi çalışmaların en büyük destekçileri olmuştur. 

Yazar gümüş çağ olarak ifade ettiği 1055-1258 yılları arasında edebi yazında bir gerileme olduğunu ifade eder. Bu dönemin en önemli yazın merkezlerinin yine Irak, İran, Mısır, Suriye, Endülüs ile birlikte Sicilya olduğunun tespitini yapar. Bu dönem Moğol istilaları ile son bulur. Bu istila Arap edebiyatının Arap coğrafyasının İran ve Irak bölgesi açısından kötü bir dönemin başlangıcına zemin hazırlamıştır.

Memlükler çağı olarak ifade edilen 1258-1800 yılları arasında artık Arap edebiyatı açısından etkin bölge Memlük İdarecilerinin yönetimindeki Mısır, Kuzey Afrika ve Suriye bölgesidir. Bu dönem az sayıdaki edebi yazın üretimine imkân vermiştir. Bu dönemin en önemli yazarları olarak da İbn Haldun, ez-Zehebi, İbn Teymiye, El-Makrizi, şair el-Büsiri gibi yazarlar sayılmıştır.

Yazarın eser için kullandığı kaynakları iki kısımda değerlendirebiliriz. İlki, yaklaşık yazarın kaynaklarının yarısı, Batılı müelliflerce telif edilmiş kaynaklardan oluşmaktadır. Diğer kısmı, Arap (Müslüman) müelliflerce telif edilmiş kaynaklardan oluşmaktadır. Ancak Arap müelliflerin eserleri orijinal metinlerden değil, Batı dillerine çevirileri yapılan metinlerden oluşan kaynaklardır. İslam tarihi ve kültürü üzerinde böyle güçlü bir etkiye sahip olan ve “Sami Dilleri” uzmanı olan Gibb’in Arap müelliflere ilişkin kaynakları kullanırken orijinal metinlere müracaat etmemesi eleştirilebilir. Yine özellikle kitabın İslam öncesi dönemin anlatıldığı bölümlerine ilişkin kaynakları tamamen Batılı akademik çalışmalara dayanmaktadır. Bu da eserin zayıf yönlerini oluşturmaktadır denebilir. Bununla birlikte eserin her bölümü için yararlanılan kaynakları ayrı ayrı gösterilmesi iyi bir yöntem olarak görmek gerekir. Eser hakkındaki eleştirilecek bir diğer husus da yazarın “Arapça edebiyatı bir milletin değil, bir medeniyetin edebiyatı” olarak tanımlamasına rağmen Türklerin bu edebiyata katkılarından hiç söz etmemesidir.


[1] Landau, Jacob M.; “Sir Hamilton Alexander Roskeen Gibb”, “Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi”, Cild:14, s.66-67

Yazar

  • Hüseyin Çakal

    İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun oldu, Halen Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümünde Öğrencidir. Mali Müşavirlik ve Bağımsız Denetçilik Yapmaktadır.

Paylaş: