Kitap Tanıtımı

1703 İsyanı

Yazarımız Rifa’at Ali Abou-El-Haj 1703 İsyanı – Osmanlı Siyasasının Yapısı isimli eserinde Osmanlı siyasal yapısının temel niteliklerini tartışma konusu eder. Bu kapsamda bu yapının aktörleri, bu siyasal yapının temel nitelikleri, yaşanan değişim ve dönüşümleri, bu değişim ve dönüşümlerin temel nitelikleri gibi hususları 1703 isyanı bağlamında tartışır.

İsyan, görünüşte Osmanlı Devleti askeri yapısında bir sınıf olan cebecilerin maaşlarının ödenmemesi olarak görülmekteyse de geldiği nokta bakımından bakıldığı zaman isyanın temel sebebinin Osmanlı Devleti siyasal yapısındaki bir mücadelenin neticesi olduğu görülecektir.

Yazar bu çalışmasında, 1703 isyanı ve bu isyana giden olayların nedenlerini çözümlemede, eserinin temel kaynağı, vakanüvis Silahdar Mehmet Ağa’nın saraydaki görevi dolayısıyla görüp tanık olduğu, duyduğu olayları yazdığı Nusretname isimli eserine çok şey borçludur. Buna göre isyanın nedenlerinden birisi Padişah II. Mustafa’nın tahta geçmesi ile birlikte hocası Feyzullah Efendi’yi Erzurum’daki sürgün hayatından İstanbul’a getirip şeyhülislam yapması, yüksek veya düşük tüm rütbelere yapılacak atamaların onun tavsiyesine bağlanması ve bu rütbedeki bürokratların onun kontrolü dışında karar alma imkanının kalmamasıdır.

İkinci neden ise payitaht için Edirne’nin seçilmesidir. Sultan II. Mustafa, Karlofça antlaşmasının da etkisiyle Edirne’ye taşınmıştır. Bu girişim İstanbul tüccarına, payitaht İstanbul’un ekonomik ve kültürel olarak etkilemesinin muhtemel olacağını düşündürmüştür.

Bunlarla birlikte temel bir ihtilaf da Sultan II. Mustafa ve Feyzullah Efendi’nin ulemaya yönelik tutumları üzerindendir. Bu kapsamda Feyzullah Efendi’nin dini bürokrasinin başı olan şeyhülislam sıfatıyla kendi aile çevresinin çıkarlarını kurum çıkarlarının, deneyim ve liyakat sahibi ulemanın önünde tutmasının etkileridir. Çünkü şeyhülislam bu kararlarında protokolleri, teamülleri ve deneyim gibi temel ölçütlerin tamamını devre dışı bırakarak hareket etmiştir.

Eserde ön plana çıkan olay, tarihte Edirne Vakası olarak anılan 1703 İsyanı, asker ve kapıların tutumu, Sultan II. Mustafa’nın Feyzullah Efendi ile birlikte gösterdiği yönetsel davranışlar ve sultanın tahtan indirilmesi, III. Ahmet’in tahta çıkarılması, şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin ihtirasları ve bu ihtirasların onu azledilme sürecine nasıl taşıdığı ve oğlu Fethullah ile birlikte idam edilmesi, Köprülü ailesi ve bu ailenin 1654 yılında başlayan kapılar üzerindeki hakimiyeti ve bu hakimiyet girişiminin Osmanlı siyasal yapısı üzerinde bıraktığı siyasal karakter gibi olaylar ve olgular, vezir-i azam Amcazade Hüseyin, Rami Mehmet ve daha birçok karakter üzerinden anlatılır.

Yazarın temel argümanlarından birisi, Karlofça Antlaşması sonrasında askerin terhis edilmesi ve savaştan sonraki on beş yıl boyunca orduda yaşanan büyük işsizliğin, başkaldıran cebecilere askerlerin destek vermelerinin ve onlara katılmalarının temel nedeni olduğudur. Yazar bu konuyu çok farklı boyutları ile inceler.

Yazarın eserine konu ettiği 1703 isyanı her ne kadar II. Mustafa’nın tahtta kaldığı süre ile sınırlı gibi görülse de dönemin olaylarını hazırlayan Osmanlı siyasal aktörlerinin tesis ettikleri cari siyasal düzenin oluşumu yazar tarafından bir kırılma olarak okunmuştur. Yönetsel faaliyet sultanın doğrudan görevlendirmeleri ile Enderun üyelerinden olmalarına rağmen 17. yüzyılın ikinci yarısında değişime uğramıştır. Sultan IV. Mehmet’in döneminde Venedik güçlerinin Çanakkale Boğazında yarattığı tehlike karşısında Valide Sultan Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazamlığa tayinini ayarlamıştır. Köprülü Mehmet Paşa bu tayin için birçok ön koşul ileri sürmüş, o dönem için oldukça sıra dışı olan ve kendisine olağanüstü yetkiler tanıyan bu koşullar valide sultan ve padişah tarafından tanınmıştır. Bu yetkilere göre sadrazamın gerekli gördüğü tüm önlemler padişah tarafından kabul edilecek, daha alt mevkilerdeki görevlilerin ve hatta vezirlerin kendi önerileri ile çelişen teklifleri yok hükmünde kabul edilerek reddedilecekti. Görevde kaldığı süre içerisinde sadrazam hasımlarına karşı padişah tarafından korunacaktı (Faroqhi, 2004, s.551). Köprülü Mehmet Paşa işbaşına gelinceye kadar Osmanlı Devleti siyasal yapısı, tüm görevlendirmelerde sultan, asker, saray ve ulemanın rol üstlendiği ve fakat padişahın belirli bir ağırlığa sahip olduğu bir yapıydı (Uğur, 2003, s.590).

Köprülü Mehmet Paşa görev süresince almış olduğu tedbirler ile devlette var olan kargaşalığa son vermiş, mali yapının da düzelmesine katkı yapmıştır. Mehmet Paşa’nın vefatından sonra oğulları sırasıyla Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olmuşlardır. Onların sadaretleri döneminde Osmanlı Devleti’nde saray ve asker kaynaklı kapılardan oluşan bürokrasiden, vezir ve paşa kaynaklı kapılarından oluşan bürokrasiye geçiş hızlanmış (Uğur, 2003, s.588), önceleri önemsiz düzeyde olan vezir ve paşa kapıları da etkinliğini oldukça arttırmıştır (İpşirli, 2001, s.343-344). Önceleri kamu hizmetinde görev almak isteyenler saray kapısına bağlanır, doğrudan sultana hizmet eder, seferlerde muharip veya hizmet bölüğü olarak görev alırlardı. Köprülüler ile birlikte kamu hizmetinde görev almak isteyenler vezir ve paşalarda kapılarına yönelmiş ve bağlanmıştır. Böylece, Osmanlı Devlet bürokrasisinde Köprülüler ile birlikte saray, ordu ve sivil kapılan karşısında vezir ve paşa kapılarının devlet bürokrasisindeki etkinliği oldukça artmış ve devletin yönetimi bu kapıların kontrolüne girmiştir. Sultanın konumu temsili bir figür olma noktasına doğru evirilmiştir.

Köprülü ailesinin bir üyesi olan sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın yönetimindeki Osmanlı ordusunun II. Viyana Kuşatmasını kaybetmesi sonucu devlette hem saray hem de Köprülüler prestij kaybına uğramıştır. Sultan IV Mehmet azledilmiş, sonrasında tahta çıkan II. Süleyman ve II. Ahmet’in de görevleri kısa sürmesi nedeniyle II. Mustafa Tahta çıkmıştır. Köprülüler her ne kadar prestij kaybı yaşamış olsa da vezir ve paşa kapısı olarak Osmanlı bürokrasisindeki Köprülü sayısı oldukça etkin bir nokta olmaya devam etmiştir.

II. Mustafa tahta çıkınca şehzadeliğindeki hocası Feyzullah Efendi’yi göreve çağırır ve ikinci defa şeyhülislam olarak atar. Kendisine akıl hocalığı yapan Feyzullah Efendi’ye olan güveni nedeniyle onu eylemlerinde serbest bırakır. O da sultan üzerindeki büyük nüfuzundan istifade ederek, kendisine duyulan güveni fazlasıyla suistimal etmiş, çok küçük işlere varıncaya kadar her şeye karışmıştır (Köprülü, 1997, s.594). Böylece haddini gereğinden fazla aşarak adeta hanedanlık oluşturma çabalarına girmiş ve ulema mensupları ile birlikte askerin de tepkisini ziyadesiyle üzerine çekmiştir.

Feyzullah Efendi, ilk zamanlarda kayınpederi Vani Efendi’nin referansıyla ilmiyede hızlı bir şekilde yükselir. Müderris, baş müderrislik rütbeleri elde eder. Bu görevi yürütürken aynı zamanda kendisine Rumeli Kazaskerliği rütbesi verilir. Bu rütbe Anadolu Kazaskerliği yapmış olanlara veriliyor olmasına rağmen sıra dışı bir şekilde Feyzullah Efendi bu rütbeyle taltif edilir (Zilfi, 2008, s.227). Fakat ilmiye rütbeleri içerisindeki ilerlerlerken hiç faal kadılık ve kazaskerlik görevi yapmamıştır. O, Osmanlı Devleti’nde bütün şeyhülislamlar içerisinde sadece Hoca Sadettin Efendi’ye verilen bir ayrıcalığa ulaşır. Feyzullah Efendi bu ayrıcalığa ulaşmakla kalmaz, ihtirasına yenilir ve kendisine rol model olarak Hoca Sadettin Efendi’yi alır. Yaklaşık, 150 yıl önce Sadettin Efendi’ye tanınan tüm ayrıcalıkları talep eder ve bu ayrıcalıkları da elde eder. Kendi oğullarının ilmiye içerisindeki olağanüstü terfilerini savunabilmek için Hoca Sadettin’in oğullarına verilen ayrıcalıkları hatırlatmıştır (Zilfi, 2008, s.228) Böylece Hoca Sadettin Efendi gibi sultan üzerindeki etkisini kullanarak oğullarını ilmiyede en yetkin yerlere gelmelerini sağlamış ve oğlu Fethullah nakib-ül-eşraf (Peygamber soyunun başı) tayin ettirmiştir. Ancak onun, o devrin standartlarına göre bile aşırı sayılan napotizmi 1703 isyanında azline ve ölümüne yol açmıştır (Faroqhi, 2004, s.681; Köprülü, 1997, s.594; Gökbilgin, 1997, s.112-113; Hammer, Tarihsiz, s.16-17). Feyzullah Efendi’nin ilmiye sınıfı içinde ailesi adına yaptığı bu müdahaleler, İstanbul uleması için gurur kırıcı olmuştur. O ilmiyenin kariyer kurallarını ihlal etmiş, aynı zamanda toplumsal gelenekleri de hafife almıştır (Zilfi, 2008, s.230)

Feyzullah Efendi kendisine tavsiyede bulunan bir yakınına: “… bizim halimiz Bahr-i Muhit’te fırtınaya müsadif olan sefineye benzer; yan kenar-ı selamet, ya liman-ı amân buluncaya kadar, rüzgârın önüne düşüp gitmekten gayri çaremiz yoktur; kusur ve alçaklık etmek galabe-i hussada sebeptir; devletten ihtiyari çıkmak, rızamız ile belaya uğramaktır…” cevabını vererek dönüşü olmayan bir yola geldiğini ima etmiştir (Köprülü, 1997, s.594).

İsyanı kimin çıkardığı ile ilgili olarak da farklı değerlendirmeler vardır. Yazar görünürde maaşları ödenmeyen cebecilerin isyanını anlatımına başlangıç noktası olarak alır ve çözümlemelerini yapar. İsyanın başlangıcı, yazarın da kaynaklarından olan tarihçi Silahdar’a göre, Sadrazam Rami Mehmet Paşa ile vezir-i sâni Hasan Paşa bu isyanı kışkırtmıştır. Tarihçi Raşid’e göre de Rami Mehmet Paşa, isyandan bir ay kadar önce, cebecibaşı sıfatı ile İbrahim Ağa’yı, isyan için tahrik çalışmaları yapmak üzere İstanbul’a göndermiştir. Her ne kadar Rami Mehmet Paşa sadaret makamına Feyzullah Efendi sayesinde gelmiş olsa da Feyzullah ve oğullarının sadrazamın her işine müdahalesi kendisini bezdirmiş ve bu sebeple de şeyhülislam aleyhine isyanı tahrik etmiş olması muhtemeldir (Köprülü, 1997, s.595). Yaşanan isyan neticesinde ilmiye mensubu olan Feyzullah Efendi ile oğlu Fethullah Efendi idam edilmiştir. İlmiye mensubu olan bu kişileri idam edebilmek için, ilmiye sınıfı olan meslekleri tahvil edilerek, Feyzullah Efendi’ye Kandiye sancak beyliği ve oğlu Fethullah Efendi’ye de Alacahisar sancak beyliği rütbeleri verilmiş; şeyhülislam İmam Mehmet Efendi’den alınan fetva ulemaya da imza ettirilerek aşağılayıcı bir şekilde idam edilmiştir (Köprülü, 1997, s.598)

Çalışmamıza konu olan kitap hakkında şunlar söylenebilir. Yazar ele aldığı probleme, probleme bakışına ve kullandığı kaynaklar hakkındaki bilgilere kitabın giriş bölümünde yer verir. Bunun dışında kitap iki bölümden ve iki ekten oluşur. İlk bölüm Ayaklanma ve İsyan başlığını ikinci bölüm de Karşılaşma başlığını taşımaktadır. Yazar ilk bölümde isyanın başlamasını ve yaşanan süreçleri oldukça ayrıntılı inceler. İkinci bölümde de isyanın sonuca giden sürecini ayrıntılı olarak inceler. Bu çalışmasında 1703 İsyanına giden süreci, nedenlerini, aktörlerin, dönemin olayları anlatan metinlerini esas alarak, adeta Derridacı bir yapı-söküm kritiği yapar gibi, olayı inceler ve bu gelişmelerin Osmanlı siyasal yapısının anlaşılmasına katkısı bağlamında nasıl anlaşılması gerektiğine ışık tutar. Kitabın sonunda yer verilen birinci ekte 1683-1703 yılları arasındaki makam sahipleri listesine yer verir. Bu listede makam bilgisine, makama hangi yılda ve hangi kapıdan geldiği, makama kim tarafından getirildiği gibi bilgilere yer verir. İkinci ek ise isyanın çıkmasına neden olan Gürcistan Seferi ile ilgili bilgilere yer verilmiştir. İsyan II. Mustafa’nın hal edilmesi, Rami Mehmet Paşa’nın azledilmesi, Feyzullah, oğlu Fethullah ve bazı taraftarlarının idamı ve III. Ahmet’in tahta çıkışı ile son bulmuştur. İsyanı hemen hemen tüm ileri gelenleri valilik, sancak beyliği vb. gibi değişik görevlere atanmışlar, fakat arkalarında cellatları da gönderilmiş ve görev yerlerine ulaşmadan ortadan kaldırılmışlardır.

Yazarın diğer eserleri de dikkate alındığında bu çalışmalar, Osmanlı Siyasal Yapısının dönüşümü, 16. yüzyıl sonrasında yaşanan, geleneksel siyasal yapıdaki değişimin sancılarını anlama ve anlamlandırma çabası olarak görülür. Osmanlı tarihi araştırmalarında herkesin, araştırmasını sürdüren tarihçinin ya da makamındaki bir bürokratın bile elindeki tarihi malzemeyi unutmaya çoktan razı olmuş bir duruş içinde ve araştırma konusunda son derecede isteksiz oldukları görülür. Eğer Osmanlı toplumu hakkında bir çalışma yapılacaksa toplumun iç dinamikleri bütün boyutlarıyla incelenmesi ve mekanik kültürel ödünç alma modellerinden oldukça uzak durulması onu kendi dinamikleri bağlamında ele alınması gerekecektir (Faroqhi-Fleischer, 2000, s.8).

Abou-El-Haj, 17. yüzyılda yaşanan temel gerilimlerin nedeni olarak, bu dönemi önceki dönemlerden ayıran en temel olgunun, önceden devletin denetiminde olan toprakların önemli bir kısmının zengin İstanbul vezir ve paşa gibi ekâbir aileleriyle zengin taşralıların yarı özel mülkü haline gelmesinin yattığını ileri sürer (Faroqhi-Fleischer, 2000, s.13). 

O, 17. yüzyıla ilişkin çalışmalarında gerileme deyimini kullanmaktan kaçınır. Ona göre bu terim olguyu yeterince açıklamaktan uzaktır. Bu terimin yanlış çağrışımları 16. ve17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekten yaşanan süreçlere dair çalışmaların içini boşalmaktadır. O, gerileme teriminden vazgeçip dönüşüm gibi daha tarafsız terimleri kullanmayı tercih eder. (Faroqhi-Fleischer, 2000, s.14)

Kaynakça

1-Faroqhi, S.; (2004) “Krizler ve Değişim 1590-1699” Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi” Editör: H. İnalcık, D. Quataert, Çev. A. Berktay, S. Andıç, S. Alper, Cilt: 2, Eren Yay.,

2-Faroqhi, S., Fleischer, C.; (2000) “Önsöz”, Rifa’at Ali Abou-El-Haj; Modern Devletin Doğası, Çev. O. Özel, C. Şahin, İmge Yay.,

3-Gökbilgin, M. T.; (1997) “Edirne”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:4, MEB Yay.,

4-Hammer-Purgstall, J. v.; (Tarihsiz) Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt:7, Üçdal Hikmet Neşr.,

5-İpşirli, M.; (2001) “Kapı Halkı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt:24, Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,

6-Köprülü, O. F.; (1997) “Feyzullah Efendi”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:4, MEB Yay.,

7-Uğur, Y.; (2003) “Rifa’at Ali Abou-El-Haj: Osmanlı Devlet ve Siyasasına Farklı Bir Bakış”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt:1 Sayı:2

8-Zilfi, M. C.; (2008) Dindarlık Siyaseti Osmanlı Uleması Klasik Dönem Sonrası”; Çev. M. F. Özçınar, Birleşik Yay.

Yazar

  • Hüseyin Çakal

    İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun oldu, Halen Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümünde Öğrencidir. Mali Müşavirlik ve Bağımsız Denetçilik Yapmaktadır.

Paylaş: